29 Eylül 2013

Atandık!!! Şimdi ne yapmalı!!!

5 senenin sonucunda atandım. Davamı kazandım diyebilirim. Hakkım olanı 5 sene gecikmeyle aldım. 

Aslında 5. ve 6. sınıflarda dersin zorunlu olacağını Talim Terbiye duyurmadan önce karamsarlık vardı. Nisan ayındaki en son yazımda da belirttiğim gibi. Ama ne olduysa karardan sonra oldu. Aldım kpss kitaplarını dedim kendi kendime "Bunlar muhtemelen son şanslar. Sık dişini çalış tekrar. Belki geçen seneki puanını alamazsın ama hep bir umut var ya belki yüksek alım olur atanırsın.". Çalıştık başlamaya ama ülkemdeki Gezi Ruhu beni etkiledi. Eylemlere gitmesem de elimde telefon şuanda ne oluyor acaba diye meraktan, bazen tvden haber alabilir miyim sorularında kanalları gezmekten dolayı birkaç hafta ders çalışmadım. Aklım oradaydı hep. Neyse olaylar az sakinleşince tekrar başladım çalışmaya.

5 senedir kaba inşaata uğraşıyormuşum meğer. İnce sıvası, boyası, badanası kalmış inşaatın. 
Sınava giderken yanımda yeni mezun olmuş bir memleketlim vardı. O ilk sınava girecek olmanın verdiği heyecandaydı, ben ise bu sene kpssden mezun olabilecek miyim derdinin peşinde. Bana güncel bilgiler hakkında abi şunu biliyor musun bundan çıkabilir şuradan güncel çıkabilir dedi. Aslında korkmadım değil çünkü konuları tam bitirmedim geç başlamanın ve ülke gündeminin etkisinden dolayı. Genel kültür-yetenek sınavından çıktığımızda herkesin ağzında aynı küfürler dolaşıyordu. Bende de aynıydı fakat sonra dedim ki herkesinki kötü 5 seninin deneyimi ile birkaç soru daha doğru cevaplamış olabilirim diye düşündüm. Eğitim bilimleri de herkesinki gibi iyi geçmişti. 

Yaz günlerini memleketimde ha açıklandı ha açıklanacak yorumları eşliğinde geçirirken bir gün açıklandı. Eve giderken arkadaş yolumu çevirip sordu puanın kaç diye. Açıklandığını öylece duydum. Cep telefonundan sonuç merkezine girince hiç beklemediğim bir puanla karşılaştım. 90 puanın üstündeydim. Açıkcası yanlış olabilir diye tekrar sistemden çıkıp giriş yaptım. Doğruydu ama inanamadım. Yavaş yavaş inandıktan sonra tam sevinemedim de. Çünkü bu ülkede kpss birincisi atanmadı bizi de atamayabilirlerdi. Neyse öyle böyle derken yorum yapmaya başladık. Şu kadar alım olursa giderim İzmir'e diyordum. Ümidim vardı. Doğu görevi falan umrumda değildi ama kontejyanlarla beraber illerde açıklanınca avucumu yalamak düştü. Bilişim teknolojileri öğretmenleri için çoğu il açık değildi. İzmir, Ankara, İstanbul, Balıkesir, Bursa, Antalya, Muğla, Antalya, İzmir, Kayseri, Adana, Eskişehir, Manisa falan filan çoğu il kapalıydı işte. Ne yaptım bende. Buradan uzaklaşmak yerine buraya yakın biryeri yazmak mantıklı dedim. Şimdi yine uzaklaşmak istediğim şehirde kalıyorum. 1 saat yolculukla gidip geliyorum okuluma. 

Atandım ama unutmadım o günleri. AYÖP'e destek vereceğim artık maddi ve manevi anlamda. Haklı mücadelelerine elimden geldiğince destek vereceğim. 

O değil de bu öğretmenlik gözümü korkuttu. Belgeler, planlar falan. Üstesinden nasıl geleceğim diye düşünüyorum. Uzaklaşmıştım şu 5 senede. 

Ataması yapılmayan arkadaşlar lütfen umutsuzluğa kapılmayın. Biliyorum çok zor bir süreç fakat umut tükenmesin. Öğretmenlik olmasa da hayat devam ediyor, etmesi lazım bir şekilde. 

Yüreğim kalbim sizinle. 

17 Nisan 2013

Karamsarlık !!!


Taa 7 yaşından başlıyoruz okumaya. Çocukken başlıyoruz gide gele yolları aşındırmaya. O zamanlar anlamasak ta neden bu kadar eziyete katlandığımızı yaş ilerledikçe anlam vermeye başlıyoruz. 


Biz okudukça hayatımız daha da güzelleşecek çünkü. Biz okudukça daha güzel yerlere geleceğiz ve ülkemize yararlı olacağız. Mantıklı geliyor zaten az zaman geçince. Okuyan adam bir mesleğe sahip olur ve o meslekte yararlı olur. O işin ehli olur.


Neyse önce ilkokul sonra ortaokul sonra lise derken geliyoruz meslek seçimine. Önümüzde öss denen bir sınav. Öss karar veriyor ilk önce hayatınız güzelleşecek mi yoksa bu güzelleşme vaadiyle birkaç sene daha yaşanacak mı? Öss sınavına hazırlanıyorsunuz. Ömrünüzden en güzel dakikaları bu asalak sınava harcıyorsunuz. Kendi adıma söylüyorum lise2'de derslere yardımcı olarak sonra lise3'de tamamen öss'ye yönelik dersane yollarını eskittim. Belki bazı arkadaşlar daha önce bazıları daha sonra başlamıştır bu eskitme işlemine. Okuldan çık üstünü değiştir dersaneye koş. Dersaneden çık eve gel yemek ye derse otur. Hayatınız gitgeller içinde sürmeye başlıyor. 


Neyse öss'den güzel puan alınıyor daha sonra. Ama bir türlü beceremediğimiz plansızlıklardan dolayı daha hangi mesleği seçeceğimizi tam anlamıyla bilmiyor olarak tercihlere boğuluyoruz. Çoğu Avrupa ülkesinde önceden planlanan sistem bizde lise3'de bile planlanmadı. Seni daha önceden hiç görmeyen bir rehber öğretmeninin yanına gidiyorsun sadece. Bakıyor puanına "hmm bu puana neler denk gelir. Bakalım. İlköğretim matematik gelir, Bilgisayar ve öğretim teknolojileri öğretmenliği gelir, şu gelir bu gelir.". Öğrenciye verilen tavsiye sadece bu. Elinde önceden hazırlanmış bir cetvel, cetvelde puan aralıkları, hangi sıralamadaki hangi üniversiteye gitmiş geçen sene ona göre şu gelir bu gelir. 


Öğretmenlerde haklıydı tabii bizim zamanımızda. Ben liseyi bitireli 10 yıl olmuş. Koskoca lisede sadece 1 rehber öğretmen vardı. Hangi öğrenciyle uğraşsın değil mi? Hangisine bize üniversitede öğretilen yetenek testi, beceri testi, ilgi testi, tutum ölçeği falan uygulansın. Bizimkinin çözümü belliydi HİÇBİRİNE uygulamayalım olsun bitsin. Sınıf öğretmenlerinin girdiği 2 haftada bir olan rehberlik derslerinde ise kimin ne şikayeti var onları dinlerdik. Saçma sapan konuşmalar geçerdi çoğu zaman. "Hocam arkadaş hergün saçının ön tarafını jöleliyor ama arka tarafını jölelemiyor, çok çirkin duruyor!!!" serzenişleri ve sınıf öğretmeninin "oğlum bak arkadaşların böyle yapmandan şikayetçi. Bir daha saçının arkasını da jölele tamam mı? ha ha ha" rehberliği altında geçen saçma bir uygulama. Neyse zaten lisedeki rehberlikçi değil de abimin gittiği dersanenin rehber öğretmeni (!!!) ile seçmiştik bu mesleği. O ısrarla ilköğretim matematik yaz dese de ben bilgisayar öğretmenliğini yazmıştım. Eee geleceği parlak bir öğretmenlik ne de olsa. Benim gittiğim hiçbir okulda bilgisayar laboratuarı görmesem de o seneler teker teker açılıyordu. "2000 yılına girdik. Milenyum yılı. Artık çağ bilgisayar çağı" nidaları yükseliyordu heryerde. Yani kısaca bilgisayar öğretmeni olursak önümüz açıktı.  


Gittik okuduk. Şimdi düşünüyorum boşuna gidip okumuşum. Gittiğim üniversitede bilgisayarla ilgili herhangi bir bölümden mezun olup da bize ders veren yoktu. Çevre mühendisliğini okumuş bize php anlatıyor yarım yamalak. İngilizce dili ve edebiyatı okumuş normalde sadece ingilizce derslerimize girmesi gerekirken bilgisayar derslerine de girmeye başlayan sürekli amerikada gördüğü maceraları anlatan "dam dam dam seslerini duydum newyork'ta" diyen öğretim görevlilerimiz oldu bizim. Allah'tan kampüs içinde MYO vardı da oradan bazı derslerimize bilgisayar bölümünü bitirmiş gerçek öğretim üyelerimiz ders verdi de birşeyler kaptık. Buarada 2 yıllık olmasına rağmen "Bilgisayar Programcılığı" bölümünü okuyanlara hep imrendim. Derslerine giren öğretmenler sadece sıfatı taşıyan olarak değil bilgi olarak da öğretmendi, laboratuarları bizim kullandığımız laboratuarlara göre daha donanımlıydı. Bizim bölümü o üniversiteye öylesine koymuşlar belli birşey. Muhtemelen kampanya vardı o sıralar "Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği" bölümünü açan üniversitelere araba bedava, bilgisayar bedava, harcadıkları 2 katı kadar puan bedava diye. Bölüme verilen önem onu hissettiriyordu çünkü. Donanım dersi yoktu mesela bizim. Programlama derslerinde şuanda bir şeye yaramadığını anladığım pascal, visual basic, delphi 7 gibi dilleri gösterdiler (!!!). Yani yarım dönem göstermeye göstermek denilirse tabii. 2 hafta programı tanıtma sonra birkaç döngü yap bitti. Eğitime verilen önem işte bu!!! Gelsin bonus puanlar, vadalar falan filan. 


Neyse her ne kadar üniversitedeki eğitimden dem vursam da mezun olup atanınca öğrencilerime "bilgisayar okur yazarlığını", "bilişim" hakkında bilmemiz gerekenleri en iyi şekilde göstereceğime ve bunu öğrenciler üzerinde bir yaşam becerisi olarak kazandıracağıma emindim. Emindim çünkü atamamız yapılmıyor. Bilişim teknoloji dersleri ilk önce 2 saatten 1 saate indirildi, sonra derslerde not vermek kaldırıldı, sonra seçmeli ders haline getirildi. Bilişim kademeli olarak "bilinçli bir şekilde" itibarsızlaştırıldı!!! Bilişim teknoloji derslerinde sadece bilgisayar açıp kapatmak gösteriliyormuş gibi gösterilerek bizzat bakan tarafından "şimdiki çocuklar zehir gibi. Bilgisayar açıp kapatmayı öğretmek için ders olmasına gerek yok." anlamına gelen bir cümle söylendi. 


Eğitim fakültesi mezunu olup öğretmen yeterliliği kazanan öğretmenlerimizin atamasının yapılmaması zaten başlı başına sorun. Hepsinin kendine göre ayrı sorunu var. Ben bilişim teknolojileri öğretmeni sıfatına sahip biri olarak bilişime yapılan bu planlı itibarsızlaştırma çalışmasını anlamakta zorlanıyorum. Bilişim teknolojileri dersinde sanki facebook'a hesap nasıl açılır, tweet nasıl atılır, internette oyun nasıl oynanır, bilgisayarı nasıl açıp kapatırız konularını işliyoruz gibi bir hava yaratılmasını hazmedemiyorum. 


Bilişim teknolojileri dersi öğrencilerin beyinlerini daha aktif kullanmaya teşvik eden bir ders bence. Derslerde internette doğru bilgi nasıl edinilir, bilgisayar nasıl yararlı kullanılır, siber zorbalık nedir ve nasıl mücadele edilir, programlama nasıl yapılır ve aklıma gelmeyen onca örnek gibi yararlı bilgiler öğretiliyor. Programlama sayesinde öğrencilerin analitik düşünme becerilerini ve yaratıcı düşünme becerilerini bizzat kullanarak çeşitli tecrübelerden geçiyorlar. Ama yok bu işten anlamayanlar bizleri kötülüyor.


Madem bu ders bu kadar gereksizdi neden halen bilişim teknolojileri öğretmeni yetiştiren alanlara öğrenci alınıyor? Neden ataması yapılmayacak olan binlerce öğretmen tohumları ekiliyor eğitim fakültelerinde? Neden ülke yönetiminde 10 seneden fazla iş başındayken adam akıllı plan yapılmıyor? Planlama yapmak bu kadar zor mu? Değil. Ee madem atamamızı yapmayacaksınız ben yine kendi açımdan konuşayım eczacılık, endüstri mühendisliği dururken bize bilişim teknolojileri öğretmenliğini seçenek olarak önümüze sundunuz. İzmir'de İstanbul'da Ankara'da bu bölümü okumazdık da giderdik Erzurum'da eczacılık okurduk. Mezun olunca da şimdiki gibi 5 senedir atama bekleyen değil de soyadımızın tabelada olduğu bir eczane açardık. Kpss gibi boktan bir sınavın elinde oyuncak olmazdık, altımızdaki jiple oynardık. 


Biz gençliğimizin verdiği idealler çerçevesinde öğretmenliği seçtik diye mi bu kadar işkence yapılıyor bize. Sonrada geçmiş her öğretmenlik mezunu öğretmen olacak diye bir kaide yok diye ahkam keselim. İş gösterin o zaman!!!


Öğretmenlik mezunuysanız adam gibi iş bulmanız çok zor arkadaş. Söyleyeceğim mesleklerde çalışanlar, akrabası çalışanlar lütfen kızmasın küçümsediğimden değil ama üniversiteyi okumasakta diyeceğim işlerde çalışırdık zaten. Haa o meslekte çalışanların emeklerine çok saygı duyuyorum o konuyu hiç tartışmıyorum!!! Bizde emek yücedir.


Yaşanmış örnekler; 

"Bilişim teknolojileri öğretmeniyim atamam yapılmadı iş bakıyorum. Yazılım firmasına gittim.
-Veritabanı bilginiz var mı?
-Var!
Kısa bir mülakat ve bilgi değerlendirmesi.
-Tamam bilginiz yeterli görünüyor. Galiba bu sene kpss sınavına girdiniz puanınız kaç acaba?
-85 aldım.
-Puanınız gayet yüksekmiş. Kusura bakmayın sizi işe alamayacağım.
-Atamalar 87de kapattı. Ara atama da yok. Zaten ben çalışmaya başlasam kpss'ye çalışamayacağım. O yüzden artık bu kadar yüksek bir puan almam söz konusu değil. Alsam bile bilişim dersleri kaldırılıyor, atama sayıları çok komik düzeyde. Seneye 90 alsam atamam garanti değil.
-Yok hayır ben bu riski alamam. Sonuçta size 3-4 ay eğitim vereceğim. Yani bu 3-4 ay sizden yararlanamayacağım. Yerel seçimlerde yaklaşıyor koyarlar bir ara atama belli mi olur. Çeker gidersiniz. Ben bu riski alamam. Teşekkür ediyorum."


"İlaç mümessilliğine başvurursunuz. Mülakata çağrılırsınız. Mesleğiniz nedir? Bilişim teknolojileri öğretmeniyim. Kusura bakmayın öğretmenlerle çalışmıyoruz. Her an atamanız yapılıp gidebilirsiniz."


Sanki tüm şirketler alacağı kişiyi emekli olana kadar çalıştırıyorlar da bizim atamayı bahane ediyorlar. Biz öğretmenlerin yapacağı meslekler neler biliyor musunuz? Lastik tamirciliği, garsonluk, marketlerde reyon görevlisi falan filan. Alacağınız ücrette asgari ücret. Çalışırken esnek çalışma saatleri çerçevesinde bol bol sömürülerek asgari ücrete dua edeceğiz. Devletin istediği de özel şirketlerin istediği de bu. 


Adam gibi bir işe girelim dedikçe yukarıdaki gibi reddedilmelerle karşılaşıyorsunuz. Sonra mı Türkiye neden herkes karamsarlıkta, neden karamsarlık sıralamasında zirvedeyiz. Al işte boşa okuttuğun boka batırdığın için.


fotoğraf: bu adresten alıntıdır.Karamsarlıkta zirve yaptığımızın haberidir!!!

18 Aralık 2012

İntihar!!!

Merhaba dostlar...

Uzun süredir yazmıyorum çünkü okunmuyorum. Twitter hesabıma da bakmıyorum zaten kimse de bakmıyor. Üniversiteden mezun olup 4,5 senedir bir işe yaramamanın çaresizliği, umutsuzluğu çöktü ömrüme.

Bizim suçumuz olmasa da devletin, sistemin, plansızlığın suçu olsa da etkileri bizi çürütüyor. Ya da çürümeyen arkadaşlar varsa şöyle söyleyeyim beni çürütüyor. Devlet bizi atamıyor, özel şirkette bir işe gidelim diyoruz sanki hepsi aldığı personeli emekli olana kadar çalıştırıyormuş gibi "her an atanıp gidersin bu şartlarda seni işe alamayız" sözleriyle geri çeviriyor. Bu sözleri söyleyen şirketlere bakınca sanki işe bir giren bir daha çıkmıyor oradan emekli oluyor. 

Atanmadıkça çevredeki insanların sistemi değil de sizi sorgulaması insana koyuyor. Bana koyuyor. Sistemi eleştirmek yerine bize baskı yapılıyor. "Niye daha atanamadın" soruları geliyor ardısıra. Cevaplıyorsun bir başka gün başka biri soruyor yine cevaplıyorsun döngü bitmiyor. Bıkıyorsun. Farkında olmadan hayattan da bıkıyorsun.

Ben üniversiteyi niye okudum diyorsun. Senin yaşına gelen arkadaşlarını gördükçe, atananları gördükçe hayattan daha çok soğuyorsun. Onlar seninde olman gereken yerde iken sen yerinde sayıyorsun atanmadıkça. Arkadaşların evleniyorlar, düzenlerini kuruyorlar, evlerini arabalarını alıyorlar ama sen oturduğun yerde çürüyorsun günden güne.

Bende çürüyorum. İlk atanmadığım sene çürümesem de sonraki geçen yıllar daha hızlı çürütmeye başlıyor. Nemli bir odada gibi içine soğuk işliyor. Çaresizlik içinde sinirden daha çok sarılıyorsun yorgana.  Küfrediyorsun ama elinden birşey gelmiyor. Yeterli puana sahip değilsiniz atanamıyorsunuz diyorlar. Bu yeterli puan ne bilmiyoruz. Bir sene 78 alıyoruz olmuyor 85 alıyoruz olmuyor. Seneye 95 alsak bu sistemde atanacağımız garanti değil. Bunu anlamıyorlar. Sen 85 ile atanamazken 30 ile atananlar oluyor daha çok koyuyor. Öğretmenlik mezunu herkesin atanması lazım evet ama bir taraf yüksek puanlarla atanmazken bir tarafın sadece sınava girip ismini kodlaması yetmesi adama koyuyor. 

Diyorum ki üniversiteden mezun olduğunda 4-5 sene atanmayacaksın, hiçbir işe yaramayacaksın, gittiğin iş görüşmelerinden ret cevabı alacaksın ya da öleceksin deselerdi ölümü tercih ederdim. Çünkü şu 4-5 senedir binlerce arkadaş da olduğu gibi bende hergün ölüyorum. 

15 Ekim 2012

Bende Şu Dünyaya

Bu ülkede neyi düşüneceğimizi neye ağlayacağımızı bilemez olduk.

Atanmamak, evde verimsiz şekilde oturmak, iş bulamamak başlı başına dertken savaş çığlıkları var her tarafta. İçinde bulunduğumuz boktan duruma ağlarken, tamamen boka batmanın dayanılmaz tedirginliği var.

Ona da şükür buna da şükür derken daha kötü durumlara girip halen şükretmeye devam edebiliyoruz. Biz etmesek de çevremizde milyonlarca eden varken biz de şükretmiş sayılıyoruz. Kafamızı kaldırıp kendimizin ne durumda olduğunu, ülkenin ne durumda olduğunu düşünmüyoruz, araştırmıyoruz.

Elektriğe zam geliyor, doğalgaza zam geliyor padişahtan çok padişahcılık oynayanlar çıkıyor. Yunanistan gibi mi olalım? Yunanistan gibi olalım. Yunanistan’ı sanki hepimiz gittik gördük Yunanistan’dan kötü mü olalım lafını söyleyebiliyoruz. Her yerde ekonomik kriz var. Türkiye’de de var. Var ama ses çıkarmayı sevmeyen bir toplum olduğumuzdan, şükretmeyi marifet bildiğimizden, çoşkulu konuşmalara sevinebildiğimizden kriz yokmuş gibi görünüyoruz.

Bu ülkede binlerce üniversiteli işsiz var ama padişahtan daha çok padişah olacağız ya herkes mi iş bulacak diye diklenmeyi biliyoruz. Neden bu kadar üniversite açılıyor diye düşünmüyoruz. Madem herkes iş bulmayacak neden bu kadar üniversite mantar gibi çoğalıyor.

Torpiller dönüyor dört yanımızda daha yok öyle bir şey olmaz diyebiliyoruz.

İş başvurusu biten yerlerin başvuru süreleri uzatılıp kendi adamlarına başvuru hakkı tanınabiliyor mesela. Ya da şu filmin yönetmeni kim diye bir soru sorulup mülakatlardan elenebiliyorsunuz!

Elene elene ortada kalıyorsunuz. Psikolojiniz allak bullak oluyor.

Dünya oluşumunda zaten adaletsizlik varken ülkede adaletsizlik neden olmasın!

Erdal Erzincan’ın “Bende şu dünyaya geldim geleli“ diye parçası var açın dinleyin. Küfredin tekrar hayata.


8 Eylül 2012

Ulu Çınara VEDA


        Ramazan bayramı ya da daha doğrusu bayramlar çoğu kişi için neşeli geçer. Benim için de çoğu bayram güzel geçmiştir. Bu bayram hariç. Büyük dedem yani babamın dedesini bayramın son günü geceleyin elveda demek zorunda kaldık. Çoğu kişi dedesini tanımazken ben babamın dedesini tanıdım. İyi ki de tanımışım. Memlekete her gittiğimde evimizin önünde o ihtiyar delikanlıyı görmek benim için memleket olgusunu tamamlayan önemli bir parçaymış.
        2003 yılında 3 torunu beraber üniversiteyi kazandığında ne olacaksınız diye merakla sorduğunu hatırlıyorum. O zamanlar büyük ebemde hayattaydı. Öğretmenliği kazandığımı duyunca sevinmişti. “İçlerinden en çok sana güveniyorum” dediğini iyi hatırlıyorum. Bizim üniversiteye gittiğimiz ilk sene büyük ebem hayata gözlerini yumdu. Sanıyorum dedem için ilk büyük yıkım o olmuştu. Bazen ebem hakkında konuşurken ebeme sitemde bulunurdu “Beni bıraktı kendi gitti” diye. Her sene yaz tatiline geldiğimizde o ulu çınar gözüm senin üzerinde diyordu. Okulunu bitir, evlen sözleriyle sohbet etmeye başlardık.
        Okul bitti mezun olduk. Torunlarının çoğu okudu. Mühendis olanlara devlette iş bulamadıkları için tepki koyardı. “Onlar da iş yok sana güveniyorum” diye sık sık söylenirdi bana. 2008de mezun olup bu seneye kadar atanamamam dedeme de dert olmuştu. “En çok sana güveniyordum” demesi içimde yara oldu. “Sende de iş yokmuş peh” diyordu bazen. 95 yaşında olmasına rağmen sınav sonucu ne oldu diye sorup sürekli ilgilenirdi. Bu sene olacak mı soruları ile atanmamı dört gözle beklerdi büyük dedem. Atanmayınca demek ki iyi sonuç almadın diye bana kızardı. Büyüklere atanma olayını anlatmak biraz sıkıntılı. Puanın iyi olsa da atanmadığını anlatamıyorsun ama dedeme karşı boynum kıldan inceydi. Neyse bu sene yine sordu birkaç defa. Ramazan ayı başlayınca kadar evin önünde otururken gördüğümde, yemek götürdüğümde sınav ne zaman açıklanacak diye sordu her zaman.
Dedemin evi yolun biraz aşağısında kalırdı. Evinde hatıralardan uzak kalmamak için çocuklarının yanına yerleşmedi. Kışın soğuk aylarında birkaç aylığına evinden ayrılırdı o kadar. Evde kaldığı aylarda yoldan gelen geçenlerle sohbet etmek, zaman geçirmek için yolun kenarına çıkar otururdu. Namaz için camiye giderdi o yaşında. Yokuşu çıkar camide namazını kılar geri gelir yerine otururdu. Ramazan ayı gelip oruç tutmaya başlayınca ilk camiye gitmeyi bıraktı, sonra yolun kenarına çıkıp oturmayı. Artık evinin önüne oturuyordu. Her gün aşağı iner selamımı verir ve sınav hakkında bilgi verirdim. İnşallah bu sene atanırsın torunum dua ediyorum diyordu. Oruç ilerleyip oruç tutmaya devam etmekte ısrar edince yavaş yavaş güçten düşmeye başladı dedem. O sıcak günlerde 16 orucunu tuttu. Sonra ise toparlayamadı. Evinden çıkmamaya başladı. Bayramdan birkaç gün önce ise yataktan kalkmamaya…
Bayramda hep birlikte toplanılır, tüm sülale bayram yemeği yenir. Bu bayramda büyük dedem maalesef sofraya oturamadı. Büyük odamızda dedemize yatak hazırladık. O yokken kimse sofraya oturmak istemedi. Dedemin kendisini toparlaması için elimizden geleni yapmaya çalışsak da olmadı dedem bayram boyunca yataktan kalkamadı. Bayramın üçüncü günü yani salı gününü çarşambaya bağlayan gece dedemi sonsuzluğa uğurladık. Zor olsa da, üzülsek de acı çekmeden diğer tarafa gitmesi bizim tek tesellimiz oldu. Tam yaşını bilmesek de 95-97 yaşlarındaki dedemizden ayrılmak zorunda kaldık.
Dedemin cenazesinde bana atama konusunda dedikleri aklıma geldi. Kendi kendime dede bu sene puanım iyi sen görmesen de istediğin olacak bu sene atanacağım, öğretmen olunca mezarının başında bunu sana müjdeleyeceğim dedim ama bu sene de kontejyanlara bakınca atamam olmayacak.
Dedem kusura bakma. Bu kez güzel puan alsam da 313 kişi arasına giremedim. İstediğini yine gerçekleştiremedim be dede. Affet beni.
Mekanın cennet olsun. Umarım bir gün şeytanın bacağını kırıp öğretmen olacağım ve memlekete gittiğimde yanına uğrayıp “Dedem geç de olsa öğretmen oldum.” diyeceğim.

5 Ağustos 2012

ÖZÜR DİLİYORUM!!!


Özür diliyorum.

Ataması yapılmayan öğretmenler platformuna gönül verenlerden, eylemlere gidip desteğini esirgemeyenlerden özür diliyorum.

Çünkü özeleştiri yapmam gerekiyor ve kendi suçumu kabulleniyorum.

Bizim geleceğimiz için, bizim davamız için yapılan eylemlere katılmadığım için özür diliyorum.

Gidebileceğim halde gitmediğim için özür diliyorum.

Sorumluluk alabileceğim halde almadığım için özür diliyorum.

Ankara’da bir kişi daha fazla olabileceğimiz halde sizi bir kişi eksik bıraktığım için özür diliyorum.

Sesinize bir ton daha katmadığım için özür diliyorum.

Sadece kendi ilimde yapılan eylemlere katılıp, kitlesel yapılan bir eyleme zahmet edip gitmediğim için özür diliyorum.

Emeğini, sesini, kendisini Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’ndan esirgemeyenlerden özür diliyorum.

4 Ağustos'ta Ankara'da Sakarya Caddesinde sizinle yürümeye gelmediğim için ÖZÜR DİLİYORUM!!!


8 Temmuz 2012

Bir Millet Uyuyorsa

Gece olunca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanına alır ve komşusunun evini soymaya gidermiş. Gün doğarken
geri döndüklerinde yüklerini alırlarmış. Ama her seferinde kendi evlerini de soyulmuş bulurlarmış. Ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalar ve bu dolaşım son kişi ilk kişiden çalana kadar sürermiş.
Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Gece olduğunda, çanta ve fenerle dışarı çıkmaktansa evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş. Hırsızlar geldiğinde evde ışık yandığını görüp soymak için içeri girmezlermiş. Ve bu durum bir süre
devam edince, ahali bir konunun açıklığa kavuşmasını istemiş:
"Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını bir şey yapmaktan alıkoymaya hakkın yok." demişler.
Bunun üzerine dürüst adam, geceleri evinden çıkar, fakat hiçbir şey çalmaz, döndüğü zaman evini hep soyulmuş bulurmuş. Adamın bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek tek bir şeyi kalmamış ve ülkeyi terketmek zorunda kalmış. Daha iyi soygun yaparak zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zengin fakir ayrımı giderek
çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için polis teşkilatı ve hapishaneler kurmuşlar ve kendi mallarının çalınmasını yasa dışı ilan etmişler. Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş. Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da ülkeyi terketmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise soyacak kimse kalmadığı için servetlerini yitirmeye baslamışlar. Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Ancak dürüst adamın evine gittiklerinde sadece yerde yazılı
bir kağıt varmış. Kağıtta şunlar yazıyormuş:
"Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa her şey için çok geç olmuş demektir..."

BİR MİLLET UYUYORSA UYANDIRMAK KOLAYDIR. UYUMUYOR DA UYUYOR GİBİ YAPIYORSA NE YAPSANIZ NAFİLE, UYANDIRAMAZSINIZ.
(Indra Ghandi)



NOT: Bir blog sayfasında okudum. Bugünlerde bizim ülkeyi anlatmıyor mu?

7 Haziran 2012

Alkış Cumhuriyeti


Kürtaji yasak ediyorlar amin diyorsunuz. 

Kıdem tazminatını kaldırıyorlar devletimiz en iyisini bilir diyorsunuz. 

Sütleri bozuk çıkıyor alay ediyorlar daha önce hiç süt içmemişler diye haberlerde zahirlenme vakaları yasaklanıyor alkış tutuyorsunuz. 

THY'de grev hakkı ellerinden alınacak diye grev yapanları işten çıkarıyorlar sesinizi çıkarmıyorsunuz. 

Polise demir jop alıyorlar götümüzü dönüyoruz .  

Kadına şiddeti tartışıyoruz adım atılmıyor yine söylediklerimizi unutuyoruz. 

Eş durumundan tayinler zorlaştırılıyor, sözler yutuluyor yinede bakanı alkışlıyorsunuz. 

Van'da çadırda yaşayanlara sarayda yaşıyorsunuz diye kafa buluyorlar yine bizde tık yok. 

Van'daki vatandaşlarımız çadırda yangından ölürken Suriye'den gelen mültecilere daha iyi iklimde olmalarına rağmen konteynır verilmesine yine ses yok yok. 

Nükleer santraller yapılıyor piknik tüpüne benzetiliyor haa haa haa gülüyoruz öylece. 

Karadeniz'e gidin bakın, doğa katliamlarına bakın, Hes'lere bakın yine de alkışlayalım hep beraber. 

Hes'lere karşı onurlu duranlara da terörist ilan edilsin yine de alkışlayalım.  

Kürecik'e füzeler yerleştirilsin alkışlayalım. 

Elektriğe yüzde %15'lere doğalgaza %25'lere varan zam yapılsın yinede alkışlayalım. 

Biber gazından  gençler ölsün yinede alkışlayalım. 

Sözleşmeli kavramını bu iktidar getiriyor sözleşmeli çalışanlar mağdur oluyor sonra kadroya geçirilince geçmişi unutup oy verelim.  

Parasız eğitim istiyoruz diyen öğrenciler 8 yıl hapis cezasına çarptırılsınlar boşverin susalım.

Zam yapıldıktan sonra gözünüzün içine bakıp onlar zam değil güncelleme desinler zam sanmıştık diye rahatlayalım.

Tecavüz edilseler bile doğursunlar biz bakarız diye kafa bulsunlar devletimizden Allah razı olsun diyelim.

Eğitim fakültesinden mezun olanlar illa öğretmen mi olacak desinler haklısın gelişime açık olmak lazım diyelim.

Öğretmen olmayanlar öğretmen olarak atanması için çalışılsın biz yine de sesimizi çıkarmayalım.

ALKIŞLAYALIM...


30 Mayıs 2012

FATİH projesi: Masaldan talana -Rıfat OKÇABOL-

Fırsatları Araştırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH), eğitimde geleceğe açılan kapı söylemiyle ve FATİH Projesi adıyla sunulmaktadır. Bu proje başlığından, hedef ve içeriğine kadar, toplumu uyutan ve toplumsal kaynakları talan edecek bir masal niteliğindedir.
Okulları din kültürü ve ahlak bilgisi, Arapça, Kuran-Kerim ve Peygamberimizin hayatı derslerini okutacak öğretmenlerle (!) doldurup resim, müzik, fen-edebiyat, beden eğitimi ve bilgisayar öğretmeni atanmasına önem verilmezken FATİH Projesiyle eğitime açılan kapıdan söz etmek, herhalde masaldan başka bir şey değildir.
Bu projenin başlığı bile “eğitim” kavramı ile ilişkili bir başlık değildir. Proje başlığının, Fatih Sultan Mehmet’in FATİH’ini üretmek üzere tasarlandığı bellidir. Bu proje, Sultan Fatih’e atıfta bulunarak sunulmuştur. Oysa ne Sultan Fatih’in İstanbul’u fethi günümüzde övünülecek bir olaydır, ne de Rönesans ve aydınlanma sürecinin yaşanması, İstanbul’un fethi üzerine Avrupa’ya giden 5-10 Bizanslı bilginin etkisiyle olmuştur. Tam tersine, Fatih’in bir anlamı, binlerce Osmanlı askeriyle çocuk, kadın ve asker binlerce Bizanslının ölmesi ve şehrin askerler tarafından talan edilmesidir. Fatih’in bir başka anlamı, yeni bir çağ açmak değil bir devletin, bir toplumun ve bir uygarlığın yok edilmesidir. Fatih’in bir başka anlamı da, kardeş katlidir. Bu nedenle çağdaş anlayışta fetih ve fatih sözcükleri, insanı sevindirecek içerik ve çağrışımlara sahip değildir. Bu sözcüğün proje başlığı olarak tasarlanması bile, projenin “eğitsel” değerini gösterir niteliktedir. Bu başlıkla vurgulanan değer, Osmanlı hayranlığı ve dünyaya örnek olma masalıdır.
FATİH Projesi’nin “eğitimde öğrenci ve öğretmenlerimiz için fırsatları artırma” hedefi de bir masal niteliğindedir. Eğitim-öğretim sürecini projede hedeflendiği ölçüde bilgisayar teknolojisi (BT)’ne bağlamak, fırsatları artırmak değil tam tersine öğrenme kaynağını tekleştirmek demektir. Milyonlarca insanı tek kaynaktan bilgilendirip, tek tipleştirmek demektir.
Bu projenin gerçekleşmesi oranında öğretmenin öğrencinin gelişimindeki işlevi, etkisi ve katkısı azalacaktır; öğretmen ile öğrenme kaynaklarının yerini internet alacaktır. Öğretmenle öğrenci ve veli arasındaki iletişim ve etkileşim azalacağı gibi, öğrenciler arasındaki etkileşim de azalacaktır. İnsanı insan yapan öğelerden biri olan “arkadaşlık” anlayışı da, yüz yüze olmayan ve internet üzerinden yapılan sanal arkadaşlıklara dönüşecektir. Bu durum öğrencinin duyuşsal gelişimini engelleyeceği gibi onun toplumsallaşmasını da engelleyip bencilleşmesine yol açacaktır. Bu proje, öğrenciyi internete bağımlı hale getirme, öğrenme kaynaklarını sınırlama ve duyuşsal gelişimini engelleme projesidir. Bu proje, insandan korkma ve insanı insandan ayırma projesidir. Bu proje öğrencinin özgürleşmesinden korkma projesidir.
Her insanda ve toplumda genellikle izleri görülen ve bazı koşullarda da yoğunluk kazanan “sağduyu”, ne yazık ki parasalcı sömürünün kıskacına girmiş toplumlarda giderek yok olmaktadır. Türkiye gibi sömürü kıskacına alınmış, okuma, araştırma, eleştirme ve sorgulama alışkanlığı olmayan bir ülkede, dindar, kindar, girişimci ve rekabetçi öğrenci yetiştirilmeye kalkışılması, “sağduyu”yu iyice yok edecek bir durumdur. İnsanların ve toplumun sağduyusunu eğitimdeki duyuşsal hedeflerle geliştirme projeleri yerine FATİH projesine sarılmak, öğrenimleri genelde tek elden üretilecek BT’ye bağımlı kılmak, öğrencinin özgürleşmesini engellemek, internet üzerinden şekillendirmek ve geleceğini talan etmekten başka bir şey değildir.
FATİH Proje’si sunulurken, böylesi bir projenin Türkiye’de ilk kez uygulandığı masalı da dile getirilmiştir. Oysa 25 yıl kadar önce ANAP zamanında “okullara bir milyon bilgisayar projesi” uygulanmıştır. FATİH projesinde olduğu gibi, ana hedef eğitsel olmayıp propaganda ve tüketim amaçlı olduğundan, bu proje kısa süre sonra alınan bilgisayarların depolarda çürüdüğü bir projeye dönüşmüştür.
Benzer bir biçimde FATİH Projesi’nin “okullarımızda teknolojiyi iyileştirme” hedefi de bir masal niteliğindedir. 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile başta “Eğitim Araçları Dairesi Başkanlığı olmak üzere bakanlığın üretime yönelik birimlerini kapatan AKP’nin, temel amacı üreterek iyileştirmek değil satın alarak okulları teknoloji mezarlığına dönüştürmektir.
FATİH Projesi işlerlik kazanırsa ikinci talan okullara alınacak BT üzerinden olacaktır.
4+4+4 yasasının 24 ve 25’inci maddeleriyle FATİH Projesi kapsamında yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi olmadan yapılması sağlanmıştır. Bu yasaya göre, milyonlarca BT araç-gerecinin alınmasıyla ilgili harcamalar, mali denetim olmaksızın üst yöneticinin keyfine göre yapılacaktır. Bu durum, proje uygulandığında kısa bir sürede teknoloji çöplüğüne dönüşecek BT araç-gereçleri için devlet bütçesinin keyfe –keder talan edilmesi anlamına gelmektedir.
Oysa eğitsel açıdan değerli olacak proje, BT’nin ana öğe olarak değil de yardımcı öğe olarak kullanılarak ve öncelikle öğrencinin bilişsel, devinimsel ve duyuşsal yönlerini geliştirerek onun özgürleşmesine yardımcı olacak projedir. Yapılan araştırmalar, okullarda yoğun teknoloji kullanımının, BT üreticilerinin işine yaradığını ve öğrencilerin öğrenme düzeylerini anlamlı bir şekilde geliştirmediğini göstermektedir. FATİH Projesi ise, öğrencinin öğrenmesini kolaylaştırmak üzere teknolojik olanakların eğitim-öğretim sürecinde kullanılması değil, ders içinde ve ders dışındaki eğitim-öğretim süreçlerinin bir teknolojik araçla, internetle, sınırlandırılması demektir. Öğrencinin özgürleşmesine yardımcı olmak yerine onu, ona sunulacak tek kaynaklı ve tek tip bilgiye bağımlı kılacak ve onu gerçek yaşamdan soyutlayacak bir projedir.
FATİH Projesi 4+4+4 yasasıyla birlikte düşünüldüğünde, dünyası öbür dünya ile internet arasında sıkışmış, bir yandan edilgen ve öte yandan da “kindar girişimci ve dindar rekabetçi” öğrenci yetiştirilirken hem öğrencinin aklını ve geleceğini hem de ülke kaynaklarını talan etme projesidir. 

28 Mayıs 2012

Maslow'da 3,5lardayım...


Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre alt basamaktaki ihtiyaçlar karşılanmazsa üst basamaktaki ihtiyaçlara insan yönelmezmiş. Ee şimdi atanmayan bir öğretmen olarak alt basamaktan başlayalım.

Fizyolojik ihtiyaçları karşılayabiliyoruz yani bir kısmını. Ailemiz sağolsun aç ve susuz değiliz. Diğer fizyolojik ihtiyaçları söylemeye bile gerek yok karşılayamıyoruz.

Güvenlik ihtiyacı konusunda da fazla sıkıntımız yok. Evde güven içindeyiz. Burası Türkiye insanın her an başına birşey gelebilir ama güvendeyiz.

Ait olma, sevgi ihtiyacında ise durum az farklı. Hemcinslerim ile sorun yok arkadaşlığımız mükemmel gibi. Haftada bir buluşup sohbet ediyoruz. Kız arkadaşlarla da aram iyidir ama sevgili konusunda sıkıntı var. Sevgilim yok lan. Geçen sene olacak gibi oldu baktı atanamıyorum başlamadan bitti. Atanmamış sevgili arıyorum dikkatinize!!!

Saygınlık ihtiyacı. Alt basamak karşılanmadığı için bu basamaktaki ihtiyaca geçmesek de olur. Geçersek eğer atanmadığım için artık çevredeki bakışların değiştiğini görebiliyorum. Atanmış öğretmenle atanmayan öğretmene gösterdikleri davranış değişik olduğu kesin.

Bilme ihtiyacı. Kitapta bir örnek vermişti. Güven içinde olmayan biri kitap okumayı düşünmez diye. Önünde kpss olan biri kitap okumayı düşünmez bana göre de.  Önümüzdeki beladan kurtulmak istiyoruz haliyle. 

Estetik ihtiyacı. Yok istediğimiz kıyafetleri ayakkabıları alamıyoruz. Işsiz adam para harcamaya kıyamıyor.

Kendini gerçekleştirme. Bu kadar ihtiyaçtan sonra gel kendini gerçekleştir. Maslow bizi, dertlerimizi, atanmayanları, işletmeci bakanımızı görse piramidi falan boşverirdi... 

21:53 Cts 26/05/2012